950 TL üzeri alışverişlerde kargo ÜCRETSİZ

Vakit, Takvim ve Hayat Planı

Biz insanlar ruh ve bedenden yaratılmış varlıklarız. Her şeyimizle, kâinâtın sahibi ve hükümdarı olan Allah'a aitiz, sonunda yine O'na döneceğiz. Bu dünyaya geçici bir süreliğine gönderilmişiz, her gelen gibi biz de bu fâni âlemden göç edip gideceğiz. Durum bilimsel olarak böyleyse, yaratılışımızın da bir gayesi olmalıdır; vardır da. Âlemlerin Rabbi bu gayeyi, ilk insan, ilk peygamber Âdem aleyhisselâm'dan itibaren tüm peygamberlere kitaplar göndermek suretiyle bildirmiştir. Kitap ve onun somut, yaşayan hali olan Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in yaşam ve uygulama kodları ile 'insan'ın faaliyet şifreleri paralel olduğu zaman, en genel anlamda 'ibadet' denilen bu gaye gerçekleşmiş olacaktır. Bu entegrasyonun sonucu da, kişinin bütün irade, istek ve arzusunu Yaradan'ın irade, istek ve arzusunda eritmesi, O'nun isteklerine rağmen bir tutum ve davranış içerisine girmemesidir. Böylece Allah o insandan, o da Allah'tan razı olmuş olacaktır.

Yeryüzü ve içindekiler, güneş, ay ve bunların barındığı semâ, tabaka tabaka diğer semâlar, kâinâtın tamamı; cennet ve cehennem, Allah celle celâlüh'ün yaratmasıyla/emriyle vücuda gelmiştir.

Günlük hayatımız başta ibadetlerle Kur'ân-ı Kerîm'in yönlendirmesi ve Peygamber Efendimiz'in uygulaması doğrultusunda başlayacak ve güneşin gün içindeki seyrine göre ayarlanacaktır. Bu tarz uygulandığında, insanın hem ruhunun hem de bedeninin tatminini sağlaması; başta kendisi olmak üzere, çoluk çocuğuna, dost ve arkadaş çevresine, ümmet'e ve hâle hâle bütün insanlara zaman ayırması, onların sorunlarıyla ilgilenmesi mümkün olacaktır. Vakit bereketlenecek, sıhhatli bir yaşantı sürme imkânı doğacaktır. Bu çerçevede, hâlihazırdaki günlük hayatımızı gözden geçirip sorgulamamız ne kadar da gereklidir!

Haftalık hayat düzenlememizde, müslümanların bayramı olan Cuma gününün ayrı bir yeri vardır. Bu günde ayrı bir kişisel bakım yapılarak Cuma namazına gidilir, dostlarla görüşülür, yeni insanlarla tanışılır, bir muhasebeden sonra âdetâ yenilenerek haftaya başlanılır.

Biz müslümanların, günlük ibadetlerimizi güneş hareketlerini kollayarak düzenlediğimiz gibi aylık ve yıllık hayat planı için, tarih içerisinde kimi insanların zaman ölçüm aracı olarak kullandığı Güneş'in aksine Ay'ı kullanmamız gerekmektedir. Güneş'i kullananlar, dünyanın güneş etrafındaki bir tam dönüşünü esas almışlardır. Bu şekilde oluşturulan takvime 'Güneş Takvimi' denilmiştir. Ayın dünya etrafında 12 kez dönmesini esas alanlar da 'Ay'ı kullanmışlardır. Bu takvime de 'Ay Takvimi' denilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm, mesajının tamamını 'Ay Takvimi' esasına göre indirmiş, içindeki açıklamalar buna göre düzenlenmiştir. Belli günlerde yapılması gereken ibadetlerin zamanları da yine ''Ay Takvimi'ne göre belirlenmiştir. Dolayısıyla müslümanlar, hayatlarını 'Ay Takvimi' esas alınarak oluşturulan 'Hicrî Takvim'e göre belirlemeli; törenlerini buna göre düzenlemeli; dualarını ve hediyeleşmelerini o günlerde arttırmalıdırlar.

TAKVİMLER ve HİCRÎ TAKVİM

Takvim, zamanı günlere, aylara, yıllara bölme metodudur.

İnsanlar zamanı ölçerken, ölçü aracı olarak güneşi ve ayı kullanmışlardır.

Güneşi kullananlar, dünyanın güneş etrafındaki bir tam dönüşünü esas almışlardır. Bu 365 gün 6 saattir. Bu şekilde oluşturulan takvimlere "güneş takvimi" denilmektedir.

Takvim hesabında ayı kullananlar ise ayın dünya etrafında 12 kez dönmesini, 12 x 29.5 = 354 günü esas almışlardır. Bu şekilde oluşturulan takvimlere ise "ay takvimi" denilmektedir.

Her toplum kendi takvimini oluştururken, kendileri için önemli saydıkları bir günü başlangıç olarak almışlardır. Romalılar, Roma'nın kuruluşunu, Hıristiyanlar, Hz. İsa'nın (a.s.) doğumunu tarih başlangıcı olarak kabul etmişlerdir.

Hz. İsâ'nın doğumunu tarih başlangıcı olarak kabul eden Milâdî Takvim, temeli Mısırlılar'dan gelen, güneş hareketlerini esâs alan takvimdir, İyon ve Yunanlılar kanalıyla Batı'ya aktarılmıştır. Romalılar, Sezar zamanında, "Jülyen Takvimi" olarak düzenlemiş ve kullanmıştır.

Yeni çağda Papa XII. Gregor tarafından düzenlenerek "Gregoryen Takvimi" olarak anılmıştır.

Gregoryen Takvimi, 1926 yılından itibaren Türkiye'de kullanılmaya başlayan ve Batı dünyasında en yaygın kullanılan takvimdir.

'Artık-yıl' hesaplamasındaki ufak bir fark dışında Jülyen takvimi ile aynıdır. Jülyen Takvimi 'artık-yıl' hesaplamasında, her 128 yılda bir günlük kayma oluşturduğundan Gregoryen Takvimi kullanımına 16. yüzyıldan itibaren geçilmiştir.

Yani bugün kullandığımız, Miladi Takvim diye bildiğimiz, 13 Mart 2006 gününü yaşadığımız takvim, Gregoryen Takvimi diye anılan eski Mısırlılar'dan gelme bir takvimdir. Batı dünyası 16. yüzyıldan itibaren Jülyen Takvimi'ni biraz değiştirerek kullanmaya başlamış. Jülyen Takvimi ile Miladi Takvim arasındaki fark, artık-yıl hesaplamasında her 128 yılda bir günlük kayma oluşmasıdır.

Papa XII. Gregor tarafından bu değiştirilmiş, 16. yüzyıldan itibaren Gregoryen Takvimi olarak Miladi Takvim kullanımı Batı dünyasında devam etmiştir. Biz de 1926 yılındaki kanun değişikliğiyle bu takvimi kabul edip bu takvimi uyguluyoruz, Türkiye olarak.

Hicrî Takvim, Ay'ın hareketlerine göre zamanı hesaplayan Server-i Ser Efendimiz'in (sas) Medîne'i Münevvere'ye hicretini tarihin başlangıcı olarak kabul eden takvimdir. Kur'ân-ı Kerim mesajının tamamı Ay Takvimi esasına göre inmiştir. Her biri zaman mefhumuna dayalı olan İslamî kavramlar, Ay Takvimi'ne göre düzenlenmiştir. Temel ibadetlerimizden Hacc'ın ifası, orucun ne zaman başlayacağı ve biteceği, mübarek kandiller ve bayramlarımız, hangi gece veya gündüzlerin diğer gecelerden üstün olduğu veya feyiz ve bereket açısından daha önemli olduğu hep Hicrî Takvim esasına göre belirlenmiştir. Dolayısıyla Müslümanlar da hayatlarında yer teşkil eden önemli tarihleri Hicrî Takvim'e göre belirlemeli ve Hicri Takvim'e göre törenlerini düzenlemelidirler. Dualarını ve hediyeleşmelerini o günlerde arttırmalıdırlar.

Haccın ne zaman başlayacağı, temel ibadetlerimizden orucun ne zaman başlayacağı, hangi gece veya gündüzlerin diğer gecelerden üstün olduğu veya feyiz ve bereket açısından daha önemli olduğu hep Hicrî Takvim esâsına göre belirlenmiştir.

Her ayın "eyyamı bîyd" denilen 13,14,15'i Hicri Takvime göre hesaplanır, Miladi Takvime göre değil. O günlerde oruç tutmak çok sevaplıdır.

Ramazan ayının başlangıcı Hicri Takvime göre hesaplanır, Miladi Takvim'de yoktur. Her sene değişir.

Haccın başlangıcı Zilhicce ayı yine Miladi Takvim'de yoktur. Hicri Takvime göre hesaplanır. Bütün Kur'an-ı Kerim mesajları Hicri Takvime göre düzenlenmiştir.

HAYAT PLANI

Bu bilgiler ışığında, sevdiğimiz insanların, doğum yıldönümlerinin Hicrî Takvime göre idrâk edip kutlamak ve dualarımızı, hediyelerimizi o günlerde arttırmak çok doğru bir davranış olacaktır.

Bugün yaşam biçimimizi belirleyen, bizi etkisi altına almış bulunan yaklaşım, yukarıda işaret ettiğimiz, olması gerekene –maalesef– tamamen zıttır. Başkalarından ödünç aldığımız ya da dikte edilen, iç huzuru hedeflemeyen bu ruhsuz modern yaşam, beden ve ruhumuzu zedelemekte, çeşitli hastalıklara dûçar kılmaktadır. Bedenin hastalıklı durumu ruhu, ruhun hastalığı da bedeni etkilemektedir. Çözüm ise çokça hastane açmakta görülmekte, sentetik ilaçlara bağımlı bir hayat dayatılmaktadır.

Halbuki, bu ithal 'Yaşam Biçimi' anlayışının kritik edilmesinden, yanlışlarının ayıklanmasından; özetle, yaratıcının çizdiği fıtrî planın bilinip uygulanmasından başka çözüm bulunmamaktadır. İnsan için, mecbûrî olarak yaşadığı bu dünya hayatı işte o zaman bir değer ve anlam kazanacaktır. Bu paradigmanın yönlendirdiği insan elinde mal, mevki, şöhret, kudret... bir varlık gösterisi ve başkalarına çalım satma aracı olmaktan çıkacak birer hizmet aracı haline gelecek ve ilâhî rızayı kazandıracaktır.

Bütün bu realiteyi yeniden kavramak ve yenilenmek için 'Allah'ın Kelâmı' olan Kur'ân-ı Kerîm'le irtibatımızı kuvvetlendirmek, onunla iletişime geçmek bir zorunluluktur. Onun ilk muhatabı, rol modelimiz (üsve-i hasene) Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ve ashabı, vahyin gelişinin ilk devrelerinde Rablerinin emriyle gecelerinin önemli bir kısmını, henüz kırk-elli âyet nâzil olmuş olmasına rağmen Kur'ân-ı Kerîm'le meşgul olarak geçiriyorlardı. Daha sonra da sahabenin, günlük hayat düzenlemelerini Kur'an ve Sünnet (Hadis) kaynaklı, vakit merkezli yapılandırdıklarını görmekteyiz. Her mü'min ve müslümanın da kendi 'Kişisel Hayat Planı'nı bu model etrafında şekillendirmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Kur'ân-ı Kerîm ve onun müşahhas uygulayıcısı olan Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in belirlediği hayat, ibadet olmuş bir hayattır. Bir başka deyişle hayat âdet olsun diye yaşanılmaktan çıkmış ibadetleşmiştir. Böyle yaşanan bir hayatın her faaliyeti 'ibadet'tir. Dünyaya gönderiliş gayemiz de bunu gerçekleştirmektir.

Her mü'min ve müslümanın da kendi 'Yaşam Biçimi'ni bu model etrafında şekillendirmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Böylesine yaşanılan bir hayatın günlük, haftalık, aylık ve yıllık periyodu içerisinde, söylendiğinde ilk akla geldiği anlamıyla kimi 'ibadet'ler bir ayrıcalık kazanacaktır. Yapılış şekli, yeri ve zamanı Kur'an ve hadislerle belirlenen beş vakit namaz ve bunları özellikle cemaatle edâ etmek, Ramazan orucunu tutmak, zekât vermek ve hacca gitmek gibi ibadetler yanında, yapılış şekli, yeri ve zamanı naslarla tayin edilmemiş dua ve zikir gibi ibadetler bunlardandır.

İkinci gruptan ibadetlerin en başta geleni duadır. Dua, Allah ile kul arasında bir vasıta olmadan gerçekleştiği için kulluk makamlarının en önemlisi sayılmıştır. Duada, hem dua edileni tazim hem zikir ve hem de istekte bulunma vardır. Allah'a saygı ve övgü ifade eden zikir sözleri de açıkça olmasa bile zımnen bir mükâfat ve sevap temennisi içerdiği için dua sayılmıştır. Duada ön planda olan Allah'ın üstün gücü, sonsuz zenginliği karşısında kulun kendi hiçliğini, yoksulluğunu ve Allah'ın inayetine muhtaç oluşunu kabul etmesidir. Bu yönüne işaret için Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, 'Dua ibadetin özüdür.' buyurmuştur. Kur'ân-ı Kerîm iki yüz kadar âyeti doğrudan doğruya dua konusuna ayırmıştır. İki âyette namaz, dua kavramıyla ifade edilmiştir. Namaz anlamında kullanılan 'salât' sözcüğünün asıl mânası da duadır. Yine pek çok âyette Allah'a ibadet için dua kökünden türemiş fiiller kullanılmıştır. Bu yönleriyle dua; zikir, tesbih, hamd, senâ, şükür, tevbe, istiğfar, istiâze ve benzeri kavramların genel çerçevesini oluşturmaktadır.

Güçlü yönüyle dua, insanın fikrî ve zihnî gelişimini, duygularını, algılarını, davranışlarını, rûhî ve bedenî sağlığını değiştirebilecek etkilere sahiptir. Bu ibadetin nasıl yapılacağını kendisinden öğrendiğimiz Peygamberimiz'in duaları özlü ve kapsamlı olur, çoğunlukla da sosyal ve ahlâkî hedeflere yönelik bulunur. Sosyal bünyede görülebilecek zaaflar, insanın şerefini düşüren cimrilik, korkaklık, tembellik gibi kötü huylar, fakirlik veya zenginliğin yol açacağı ahlâkî çöküntü, ihtiyarlığın yol açacağı düşkünlük ve muhtaçlık Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in dualarında en çok sakındığı durumlardır.

Kur'ân-ı Kerîm'deki dua âyetleri yanısıra Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e ait dualarla geçmiş peygamberler ve salih selefin yaptığı dua metinlerine 'me'sûr dualar' denilmektedir. Müslümanın, vakti zayi etmemek için gerek Kur'an hizblerinden bir kısmını gerekse Kur'an ve hadislerden alınmış bir takım dua metinlerini günün belli saatlerinde okumasına 'vird' (çoğulu 'evrâd') denilmiştir. Nafile namaz kılmak, gece ibadeti, farzları cemaatle kılmak, tefekkür, birr (iyilik) ve takvâda yardımlaşmak gibi ibadetler de sürekli hale getirilmesi kaydıyla vird'den sayılmıştır.

Virdlerin yaşanılan zamana uygun olarak ve şahsın/şahısların durumuna göre değiştiği alimlerimizce belirtilmiş, ancak farzlar ve onlara tabi olan sünnetlerin kaçırılmamasının bu anlamda temel vazife olduğu vurgulanmıştır.

Bu maksatla derlenmiş olan DUA kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'in bazı sûre ve âyetleri ile Efendimiz'in yaptığı dualardan oluşmuştur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in mübarek dilinden dökülen dua metinleri alınırken kaynak olarak Kütüb-i Sitte olarak adlandırılan hadis kitaplarından en az birinde geçmesi esas alınmıştır.

Bu günde ayrı bir kişisel bakım yapılarak Cuma namazına gidilir, dostlarla görüşülür, yeni insanlarla tanışılır, bir muhasebeden sonra âdetâ yenilenerek haftaya başlanır. Bu yüzden DUA kitabımızda her gün okunacak bölümü müteakip Cuma gününden başlamak üzere günlere göre okunacak bir seçki yapılmıştır.

Günün her vaktinde okunması mümkün olan bu duaların, sabah namazından sonra işrak vaktini değerlendirmenin önemini bildiren rivayetlerden hareketle özellikle bu vakitte okunduğunda çok yönlü fayda sağlayacağı bilinmelidir.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem farklı zaman ve mekânlarda zikir ve dua ile meşgul olduğu gibi hayat meşgalesi içerisinde neredeyse her bir işten önce ve/veya bazen de sonra o işe mahsus özel dualarda bulunmuş ve bunu inananlara tavsiye etmiştir. Tavsiye edilen veciz dua metinlerinden bir seçki de kitabın sonuna ayrı bir bölüm olarak konulmuştur.

Muvaffakiyet Allah'tandır...

WhatsApp
Merhaba,
Size nasıl yardımcı olabiliriz?
Mesaj Gönder >